20. asrın laik gençliği ahlâk mefhumunu artık dinden almadığı gibi din merasimi günden güne kıymetini kaybederken, yazarın bunları yeni bir şekilde tekrar yaşatmak istemesi, milli kültürü darbeleyen muzır bir fert olmasını icap ettiriyor…” Türkiye’de “Dinde Reform” tartışmalarının tarihî, 1908 II. Meşrutiyet hareketine kadar uzanır. Günümüzde bu tartışmalar ne hikmetse yeniden alevlendirilmiştir. Bu konuda, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bazı neşriyat yapılmaktadır. Bunlar arasında Cemal Kutay’m İlmi metod ve yorumlardan yoksun, oldukça duygusal çalışması yanında; Dücane Cündioğlu’nun oldukça dikkatli ve bol malzemeli çalışmaları (2) ilk aklımıza gelenlerdir. Sayın Cündioğlu’nun son çalışmasında da açıkça görüleceği üzere 1928-1934 arası ülkemizde bu tür tartışmaların en yoğun olduğu yıllardı.
Mart 1928’de bazı ilahiyatçı profesörlerin sunduğu “Dinde Reform” tasarısının ardından, Ocak 1932’de görülen “Türkçe Kur’ân” ve 1933 başlarından 1950’lere kadar süren “Türkçe Ezan” uygulamalarının, bu tartışmaların, bu derece yoğun olmasında önemli bir rolü olduğu da açıktır. 1932 Ramazanı’nda uygulanan “Türkçe Kur’ân” ve 1933 Ramazanı’nda “Türkçe Ezan ve Kâmet” tatbikatlarının, bu uygulamalardan kısa bir süre sonra maarif vekilliği de yapacakolan Aydın mebusu Dr. Reşit Galip’m (öl. 1934) hazırladığı “Müslümanlık: Türk’ün Millî Dini” projesinin hayata geçirilmesi olduğunu düşünen Sayın Cündioğlu bu düşüncesinde belki de haklı olmakla birlikte halkın yer yer tepkilerine rağmen “Türkçe Ezan” uygulaması devam ederken, “Türkçe Kur’an” tatbikatından neden vazgeçildiği ile ilgili hiç bir yorumda bulunmamış sâdece hâtıraları nakletmekle yetinmiştir .
Elbette tarihî hâdiselerin yorumunda hâtıraların rolü önemlidir. Ancak hadisenin yaşandığı dönemin şartlan ve konu ile ilgili resmi ve gayrı resmî söylemlerle, iç ve dış mahfillerin ne söylediği hususu belki de bundan daha çok önemlidir. Bu düşüncelerle bu konuda yapılacak çalışmalara katkıda bulunacağına inandığımız iki belgeyi yorumsuz olarak okur ve araştırıcıların dikkatlerine sunuyoruz. İlk belge; henüz açık kimliğini tam olarak bilmediğimiz A.İbrahim’in, tartışmaların çok sıcak olduğu bir dönemde, 1934’de yazdığı ve yayınladığı “Millî Din Duygusu ve Öz Türk Dini” adlı kitabının “Die Welt des İslams” dergisinde, 1941 yılında çıkan kısa bir özetidir. İkinci bir belge ise, bu kitapla ilgili olarak Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın 15 Ocak 1935’de Bakanlar Kurulu’na sunduğu resmî bir rapordur. Burada şunu da belirtelim ki ilk belge 1989’da Sayın Turgut Akpmar tarafından neşredilmiştir.
Ancak Sayın Akpınar “Kitabın Türkiye bibliyografyasında yer almamasını, toplatılıp imha edilmiş olma ihtimâline” bağladığı hâlde, ne hikmetse bir iki pragraf sonra şu garip yorumu yapmaktan da geri kalmamaktadır: “Okuyucularımız aşağıdaki özeti okuduktan sonra, yazarın fikirlerinin doğru olup olmadığını bir kenara bırakıp, her hâlde derinderin düşüneceklerdir. Bir memlekette, bu tip fikirlerinde ileri sürütebilmesi; gerçek bir vicdan ve düşünce hürriyetinin varlığı hakkında bir ölçü olarak görülebilir” . Halbuki bizim, Cumhuriyet Arşivi’nde, “Cumhuriyet Hükümetlerinin Basınla İlişkileri” konusunda yaptığımız çalışmada gördüğümüz ve metnini okuyucularımıza da sunacağımız ikinci belgeden de anlaşılacağı üzere A.İbrahim’in “Millî Din Duygusu ve Öz Türk Dini” adlı kitabı Dahiliye Vekâleti’nin isteği üzerine 16 Ocak 1935’de Bakanlar Kurulu karan ile toplatılmış ve yazan hakkında soruşturma açılmıştı. Açık bir ifade ile kitap “vicdan ve düşünce hürriyeti”nin bir gereği olarak algılanmamıştır.